Plastik sanatların fiziksel olarak elle tutulabilir hali bu sanat dalına zengin bir tartışma zemini kazandırmaktadır. Fakat müzik için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bir müzik partisine dokunamazsınız, tarif edilmesi kolay değildir, kendi kendisini anlatır, hem uçucudur, hem de çok doğrudandır ama durağan değildir, sürekli kendini yeniden üretir.
Müzik sanatı sadece müzikten oluşmaz, müziğin kendisi müzik sanatının “besteci-beste-icra” döngüsünün bir taşıyıcısıdır. Sanat ise müzisyenler, enstrümanlar, sahne, organizasyon, kayıt ve dinleyenlerle her defasında yeniden üretilir. İşin kendisi hazır ve erişilebilir değildir, tekrar yeniden deneyimlenir; müzikten alınan farklı lezzet beste, icra, mekân ve dinleyen kompozisyonlarıyla sürekli farklılaşır. Belki bu nedenle müziğin icrasından çok, müziğin inşaasından söz edebiliriz.
Müzikten alınan keyif öznel ve göreceli olduğu kadar belli sosyal ritüeller, sembollerle de değişir. Müziğin nihai icrasına kadar süreç içindeki katmanlar sadece bu sanat dalı için taşıyıcılar değil fiilen sanatın elementlerindendir. Müzikte yaratım süreci, içindeki tüm aktörleri, mekânları, mecraları ve dinamikleri kapsar. İyi bir dinleyici, bir müziksever, müziğin kollektifliği içinde estetik, teknik, zihinsel ve sosyal deneyim virtüözüdür.
Klasik müzik ve operadaki uzun eğitim süreci sanatın arzını kısıtlarken, mekânların belli koşulları karşılıyor olması zorunluğu, kadroların zenginliği ve nispeten daha deneyim sahibi seyirciye ihtiyaç duymaları nedeniyle sanatın icrasını gittikçe daha dar ekonomik ve sosyal alana sıkıştırmaktadır. 18. ve 19. yüzyılda emprezaryolar, sarayların güvenli ve destekleyici ortamından çıkan bu sanat dalının yeni kökleşmeye başlayan kentli nüfusa sevdirilmesinde büyük başarı elde etmişlerdir.
Geçmişin ünlü emprezaryoları müzik, opera ve bale sanatlarının üretim ve yaratım sürecinin neredeyse tüm aşamalarında bulunmuş, sarayın dışına çıkan sanatın icra sürecini değiştirerek, kendi tüketicisini ve yeni sınıf deneyim virtüözlerini ortaya çıkmıştır. Ülkemizde ise Micheal ve Joseph Naum’un işlettiği Naum Tiyatrosu bu geleneğin en önemli taşıyıcısı olarak söylenebilir. Bu tiyatroda, kurulduğu 1848 yılından, tiyatro binasının yandığı 1870 yılına kadar operaya nasıl gidilir, nasıl dinlenir gibi bilgileri içeren tanıtım yayınlarıyla birlikte, bazılarının librettoları Osmanlıca temsil edilmiş olan İtalyan Operaları sahnelenmiştir. Bu nedenle ‘emprezaryo’yu tanımlamak için sözlükteki gibi opera yöneticisi, tiyatro patronu gibi karşılıklar kullanmak, bir eğlence dünyası girişimcisi gibi görmek yerinde olmaz.
Emprezaryoyu bir sanat ürünü ortaya çıkarmak için tüm paydaşları buluşturan kişi veya kurum olarak tariflemek daha doğru olur. Bu konudaki en güzel tanımlamayı bilim insanı olup olmadığı sorulduğuna okyanus araştırmacısı, fotoğrafçı, bilim adamı, mucit, kaşif, yazar, filim yönetmeni, ekoloji uzmanı, aktivist ... olan Jacques Cousteau vermiştir: “Bilim insanı değilim, daha çok bilim insanlarının empr eza r yosuyum.”
Bugün klasik müzik ve opera yaratım ve üretim sürecinin artan detayları ve üstesinden gelinemez maliyetleri tek bir emprezaryonun taşıyabileceğinin çok üzerine çıkmıştır. Bu durumda ya devletin kendisi kültür politikalarına uygun olarak süreç içinde ağırlıklı bir yer kaplamaya başlamış ya da Anglo- Sakson geleneğinde olduğu gibi yerini farklı uzmanlık alanlarına yayılmış çok sayıda aracı şirkete bırakmıştır. Süreç tek başına devlete bırakıldığı zaman mali kaynak sorunu çözülse bile gittikçe hantal, yaratıcılıktan uzak, fazlaca güncel politik eğilimlerin insafına bırakılmış hale dönüşmektedir.
Klasik müzik, opera ve baleye gelirlerinin küçük bir bölümünü ayırmaya alışkın, orta sınıfı gelişmiş ülkelerde bile süreç tümüyle devlet desteğinden mahrum bırakıldığında ise, bu sanat dalı, kârını arttırmak ve riskini küçültmek peşinde koşan, aşırı rekabetçi bir pazarın kurbanı durumuna düşmektedir. Bu iki sektörün arasında gidip gelen örneklerle sanat tüm dünyada gittikçe endemik bir tür halini almaktadır. Yaratıcılık ile mali kaynak, sofistikasyon ile popülerlik, özerklik ile bağımlılık, yenilikçilik ile ahlakçılık arasındaki derinleşen uçurum bir süreden beri kâr maksatlı olmayan sivil toplum dernekleri, opera bale kulüpleri gibi “üçüncü sektör” kuruluşları ile kapatılmaya çalışılmaktadır.
Ancak Sivil Toplum Örgütleri kar amacı gütmeyen yapısıyla faaliyetlerinde bağışlara ve desteklemelere ihtiyaç duyarlar. Klasik analoji ile anlatırsak; hayırseverlik örgütleri ve vakıflar balık verirken, sivil toplum örgütleri balık tutmayı öğretmekle, balık ağı üretmek arasında bir yerde konumlanmaktadırlar. Bağışlara bağımlı yapısıyla sivil toplum dernekleri yenilikçilik ve kalıcılık konusunda büyük ilerleme kaydedememektedirler.
Son 20 yılda ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sivil toplum örgütleri gibi toplumsal değer üretmek için hedeflenen, fakat bunu yaparken kendisini bir serbest girişimci şirket gibi organize eden Sosyal Girişimcilik örnekleri görülmeye başlanmıştır. Hizmet üretimi ve satışı yapan bu organizasyonlar finansal olarak daha bağımsız yapısıyla inovatif (yenilikçi) yapılar oluşturarak sektörün işleyişini toptan değiştirmeyi, sürdürülebilir sosyal değer üretmeyi hedeflemektedirler. İlgilendikleri konularda sürecin hem talep tarafını değiştirmeyi hem de arz tarafını yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadırlar. Benzetmemize dönersek; sosyal girişimler balık ağı üretmekle, balıkçı teknesi veya balık çiftliği kurmak arasında bir yere yerleşirler.
Yurtdışında hemen bütün opera merkezlerinin etrafında örgütlenen opera bale dernekleri çoğunlukla konser organizasyonları, bilet satışları, bilgilendirmeler, paylaşım toplantıları ile sanatın talep edililir duruma gelmesi ve orada kalması için çaba göstermektedirler.
2008 yılından bu yana faaliyetlerine devam eden Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği Türkiye’deki mesleki olmayan ve kendini klasik müzik, opera ve bale yaratım-üretim zinciri içinde toplumsal değer üretmeye adamış tek dernektir. Yurt dışındaki benzer örnekleri gibi bir yandan sosyal ilişki ağı kurarak “deneyim virtüözleri” yetiştiriken bir yandan da şehre konser piyanosu kazandırılması, çocukların müzik eğitimi gibi konularda başlattığı projelerle fon oluşturmakta, uluslararası seviyede konusunda referans olmaya aday süreli bir müzik yayını çıkartmaktadır. Sadece Operasına sahip çıkmaya değil, gelecek için müziğin yaratım-üretim sürecinde etkili olarak hem yeni yeteneklerin ortaya çıkmasına hem de bunu talep eden yeterli büyüklükteki bir kitlenin oluşmasına çabalamaktadır.
AKOB bugün bir sivil toplum örgütü olmaktan, bir sosyal girişimci olmaya ve oradan da bir sosyal emprezaryo olmaya doğru evrilmektedir.
Ali Tarlakazan
18 Kasım’13 / Mersin
AKOB Dergi Yayın tarihi: 21.02.2014
Kaynaklar:
Naum Tiyatrosu için:
Emre Aracı; Naum Tiyatrosu - 19.Yüzyıl İstanbul'unun İtalyan Operası, YKY 2010.
Gökhan Akçura; Eski Türk Emprezaryoları - http://gokhanakcura.blogspot.com
Türkiye Sanat Kurumu yapısı ve dünyadaki örnekleri için:
Serhan Bali; “İngiliz Modeli Sanatı Kurtarır mı ?” - Radikal Gazetesi, 28 Mayıs’13.
Sosyal Girişimcilik konusunda:
Sosyal Girişimci Genç Liderler Akademisi Web Sitesi: www.sogla.org
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nda hazırlanan:
“Büyüyen Kapsayıcı Piyasalar - Türkiye’de Sosyal GirişimcilikVakaları”- 2012.
Antoine Hennion; Music and Mediation: Towards A New Sociology of Music, The Cultural Study of Music. 2002.